Dönüp Dolaşıp Geldiğimiz Yer Afyon Sokağı

0
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
Aynı mahallede kocayacaksın;
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.                                                                        Konstantinos Kavafis
(Çeviren: Cevat Çapan)

DÖNÜP DOLAŞIP GELDİĞİMİZ YER AFYON SOKAĞI

Tekin Şener

Her şehirde olduğu gibi Sivas’ta da, yalnızca kendi sakinlerinin değil tüm şehir ahalisinin aşina olduğu, sıkça yolunun düştüğü, canlılığı hiç eksik olmayan sokaklar vardır. Bu sokaklardan biri de Afyon Sokağı. Biri ama herhangi biri değil; şimdilerde tamamen değişen morfolojisine rağmen eski dinamizminden ve geçişkenliğinden esintiler taşıyan bir çarşı yüzü. Sivas’ın hareketli ve gösterişli bir sokağı olan Afyon Sokağı’nın 80’lere kadar süren ve bugün hâlâ izleri görülebilen eski havasını biraz teneffüs etmeye ne dersiniz?..

Eski meydanla yeni meydanın tam ortasında; Murdarırmak’ın, Cumhuriyet Caddesi’nin, Paşa Camii ve Ankara Garajı’nın çevrelediği havalide, şehrin kalbinde işleyen bir atardamar… Çarşının mahalleye karıştığı, tamirhanelerin lokantalarla, bahçeli konakların atölyelerle, siyasi parti temsilciliklerinin matbaalarla, kahvehanelerin terzi dükkânlarıyla bir arada boylu boyunca uzandıkları kavisli, taşlı yol… Alış veriş ve sair işlerin döndüğü, çırakların koşuşturduğu, hamalların bağrıştığı sokağın manzarasını, Ankara ve İstanbul’a giden otobüsleri bekleyen yolcuların tedirginliği, onları yolcu etmeye gelen yakınların hüznü, ırmaktan gelen serinlik ve koku ile servilerin ağırbaşlı salınmaları tamamlıyor. Şehrin enerjisi burada yoğunlaşıyor, daracık bir kanala giriyor ve diğer uçtan fışkırırcasına çıkıyor sanki.

1970’lerde ırmak kapatılıp Hikmet Işık Caddesi açılınca, Afyon Sokağı ve ona paralel uzanan diğer sokaklar için milat başlıyor. Genişliği veya darlığı aynı kalmak üzere sokağın iki yanı, zeminde dükkânların veya büyük mağazaların olduğu iş hanı- apartman karışımı iri yapı kütleleriyle çevriliyor. Kısa bir zamanda Afyon Sokağı sürprizli karmaşasını, adım başı değişen renkli dokusunu kaybediyor. Sokağın yeni mimarisinde soğuk bir işlevsellik hâkim. Basmakalıp ve mütehakkim yapılar canlı bir kent damarını kuşatmış vaziyette. Zemin seviyesinde Afyon Sokağı’nın her zamanki canlılığı, hareket akışkanlığı sürüp gidiyor. Ofislerin ve evlerin yan yana olduğu üst katlarda grilik, kaldırımda ise renklilik baskın. Aslında eskiden de olduğu gibi Afyon Sokağı, eski Ankara Garajı’na açılan dar sokaklarla bir bütün oluşturuyor. Buralarda otomobilden çok yaya var hâlâ ve hareketin taşındığı ve soğuduğu bu dar aralar “arka sokak” tabirini hatırlatıyor.

Şimdi biraz geçmişe gidelim; 40 sene kadar yakın, bir çağ kadar uzak eski zamanlara… Afyon Sokağı’nın eski atmosferini biraz olsun yaşayalım. O cıvıltıya, karmaşaya ve renkliliğe şöyle bir göz atalım:

1915 yılına ait bir hatıratta, Afyon Sokağı’ndaki Afyonyan Kıraathanesi’nden bahsediliyor. Doğu Cephesi’ne nakledilen birliklerden bir subay olan Ragıp Nurettin (Eğe) birkaç gün Sivas’ta kalmış. Hatıratında iki kahvehaneden özellikle söz ediyor: Memurîn Kahvesi ve Afyon Sokağı’nda bulunan Afyonyan Kıraathanesi. Ragıp Nurettin Bey sokağın, adını bu kıraathaneden aldığını söylüyor ve “.  “Dönüp dolaşıp geldiğimiz yer, Afyonyan Kıraathanesi” diyor. (Kaynak: Güneş Akter,  Babamın Emanetleri,  Ragıp Nurettin Eğe’nin Birinci Cihan Harbi Günlükleri ve Harbin Sonrası Hatıratı, 1915-1919,  Dergah Yayınları,  İstanbul, 2006, s. 70.)

Müjgân Üçer,  Afyon Sokağı’nın aşağı yukarı aynı dönemiyle ile ilgili olarak babasından dinlediklerini şöyle naklediyor: “Babam Afyon Sokağı’nın başının ağaçlık olduğunu söylerdi. Bu sokaktan Murdarırmak geçermiş ve üzerinde köprüler varmış. Irmak  boyunun  zaten ağaçlık olduğu eski fotolarda görülüyor.  O kadar ağaçlıkmış ki babam Kazım Arslan (1900-1991) on yaşlarında iken Afyon Sokağı’nın bu girişinden korktuğunu söylemiş idi.”

1940’lı, 50’li yıllara geldiğimizde Sivas Çarşısı iki ana eksenden oluşuyordu. Nalbantlarbaşı’ndan Sarayın Önü’ne kadar uzanan birinci eksende nisbeten gelir düzeyi yüksek ve kentli bir müşteri profili vardı. Kunduracılar-Mahkeme Çarşısı’ndan Kepçeli’ye kadar uzanan eksende ise köylerden ve kasabalardan gelen insanlar daha çok görülürdü. Afyon Sokağı ilk eksenin merkeziydi. En meşhur terziler, lokantalar, oteller, kahvehaneler ve diğer dükkânlar buradaydı.

1940’LARIN AHŞAP DOKUSU VE BAHÇELİ AFYON SOKAĞI

Şahin Gürlevük, Afyon Sokağı’nın yerlilerinden, 1940 yılında bu sokakta bulunan evlerinde doğmuş. Evlerinin bir cephesi Afyon Sokağı’na, bir cephesi de Haydar Sokağı’na açılırmış. Kangal Ağası Konağı’ndan sonra en büyük konak onlarınmış. Çocukluğu ve gençliği Afyon Sokağı’nda geçmiş. 1976 yılında evleri istimlâk edilene kadar orada yaşamış. Keskin dikkati ile hafızasına kaydettiği sokak resmi ve anıları berraklığından hiçbir şey kaybetmemiş.  “Çocukluğumuz bahçelerde geçti. Mahallenin çocukları hep bahçelerde yetiştik. Her evin büyük ya da küçük bahçesi vardı. Biz, 20-25 kadar çocuk oynayarak, eğlenerek bahçeleri beller, aileler de domates, pancar, fasulye vesaire ekerlerdi.” diyerek, o bahçeli zamanları özlemle anlatıyor. Sokağın bütün ahalisi; kadınlar, erkekler bazı akşamlarda evlerinde toplanır, babası Sırrı Gürlevük Zaloğlu Rüstem hikâyelerini, Hz. Ali Cenkleri’ni, Atatürk’ün Nutku’nu, keza kime ait olduğunu hatırlamadığı seyahatnameleri okur, komşular da can kulağıyla dinlermiş…

Şahin Bey’in çocukluğuna denk gelen 1940’larda Afyon Sokağı yamacından geçen Murdarırmak’la bir bütünlük oluşturuyormuş. Irmak 1950’li yıllara kadar temizmiş. Etrafı ağaçlıkmış ve berrak akarmış. Mahallelinin ırmakta balık tuttuğunu çok iyi hatırlıyor. Çocuklar sık sık bir balığın peşinden suya dalar, onu yakalayayım derken saatlerini suda geçirirlermiş.

Şahin Gürlevük doğduğu, yetiştiği, adım adım bildiği Afyon Sokağı’na götürdü bizi. 1940’lı yılların sonuna doğru sokağı ev ev, kapı kapı şöyle bir gezdirdi getirdi:

Ortaokulu (Şimdiki Kız İmam-Hatip Lisesinin yeri) nirengi noktası alıyoruz: Okulun yanında öğretmenlerinden Recai Emmi’nin evi varmış, o kiracıymış ve ev Ali Çavuşlarınmış. Bahçeli, iki katlı büyük bir evmiş. Yanında daracık bir ara varmış, o arayla Afyon Sokağı Haydar Sokağı’na bağlanırmış. Aranın öbür tarafında Demirci Karagülle’nin ahşap, üç katlı evi, yanında Hacı Aygel’in evi, onun yanında da Çimento Fabrikası’nda çalışan Mehmet Amca’nın evi varmış. Sonra babası emekli binbaşı veya albay olan Terzi Karga Necmi’nin evi, dükkânı ve bir zamanlar Ekrem Adar’ın yanında çalışan Kara Doğanların evi geliyormuş. Onlardan sonra Muzaffer Abilerin evi ve Gürlevüklerin bahçesi geliyormuş. Bahçenin sokağa cephesi 50 metreden fazlaymış ve içinde dört tane ev varmış. Şimdiki Hikmet Işık Caddesi’nin yerinde ve üzerindeymiş. Gürlevük Apartmanı ve Gürtok Apartmanı’nın bulunduğu alan ve arada kalan yol tümüyle bahçenin içinde kalıyormuş. Bahçede büyük bir konak varmış, amcası Şevki Gürlevük otururmuş. Bahçedeki diğer evler daha küçükmüş. Sonra Keçecilerin evi gelirmiş. Abdullah Mısırlıoğlu ve ailesi otururmuş. Keçecilerin evi, Telgrafçıların evi ve Ermeni Madam’ın evi şimdiki cadde üzerindeymiş. Madam’ın evi büyük bir konakmış, sonradan onu Mehmet Limon satın almış. Madam onların yerli komşularımıymış ve Şahin Bey çocukken Madam onun elinden tutar, birlikte kiliseye giderlermiş. Oradaki görevli papaza yemek götürürlermiş. Madam’ın evinden sonra Sivaslıoğlu’nun büyük bahçesine giden bağlantı yolu geliyormuş. Caddeden şimdiki kapalı garaja giden bağlantı yoluna kadar arazi Sivaslıoğlu’nun bahçesiymiş. Bahçede büyük bir havuz varmış, etrafı olduğu gibi servilerle ve meyve ağaçlarıyla kaplıymış. Gürlevükler orayı birkaç sene de bostan olarak ekmiş. Bahçenin girişinden sonra Raci Dinçerler’in baba evi varmış, o evin de büyük bahçesi varmış. Celal Gümüş’ün köfteci dükkânı Dinçerler’in bahçeye yapılmış. Bahçeye bakan kısmına bir de terzi açılmış. Celal Emmi’nin dükkândan sonra kuyumcuların ev geliyormuş, evin bahçesinde Şekip Kadıoğlu’nun atölyesi bulunuyormuş. Kuyumcuların evinin yanında “meyhanecilerin evi” denen bir ev varmış. Sonra bir iki ev daha varmış ki altlarında da terziler bulunuyormuş. Sonra Dizdarların evi geliyormuş. Çok büyük bir evmiş, bir ara Demokrat Parti il binası olmuş. Sonra Şark Garajı’nın içi gelirmiş, garaja oradan girilirmiş. Daha sonra ise şimdiki Zaimoğlu Pasajı’nın yerinde bulunan Meyhaneciler Çarşısı gelirmiş. Oradan İzmir Garajı’na çıkış varmış. Onun yanında İmren Oteli ve lokantası, en sonda da Şifa Eczanesi bulunuyormuş.

Atatürk Caddesi’nden girelim ve soldan devam edelim: Irmağın üstü o zamanlar açıkmış, Belediye ile Afyon Sokağı arasında bir köprü varmış. 40’lı yıllarda köprüden Şehir Oteli’ne hâli araziymiş, çöplük gibi kullanılıyormuş. Çorapçıların Şehir Oteli Sivas’ın tek tük otellerindenmiş. Otelden sonra Çorapçıların bahçeleri varmış, sonradan oraya sıra dükkânlar yapılmış. Büyük dükkânlarmış. Sivas’ta ilk defa yağlı boyayla tabela yazan Mehmet Erdem de orada dükkân açmış. Şehir Oteli’nin bahçesinin karşısında, ırmağın öbür tarafında belediyenin itfaiye garajı varmış. Sonra Terzi Duran Abi’nin Minas ve Nişan’ın dükkânı gelirmiş. Sonra Meşhur Deli Cemal’in evi varmış. Bacısıyla birlikte o evde yaşamış ve ölmüşler. Onlardan sonra Avrupalı Kel Ali o eve yerleşmiş. Bunlar sokağın meşhur simalarıymış. Sonra Zaralı muhasebeci İlhan Abi’nin evi ve Kavaklıoğlu’nun evi geliyormuş. Bu evlerin hepsi bahçeliymiş, küçük de olsa bahçeleri varmış. Sonra Bisikletçi Hikmet Usta’nın evi varmış. Çocuklar bisiklete dokunmak hevesiyle onu yanında çok çalışırmış. Hikmet Usta’nın evi sokağın en yüksek binasıymış. Dört katlı ahşap bir binaymış. Onun yanında Ekrem Adar’ın ilk tamirhanesi varmış. Tamirhanenin arkası ırmakmış, bir ara kapı varmış, oradan ırmağa çıkılırmış. Irmağın öbür geçesinde Doktor Ziyabey’in evi varmış. Tamirhanenin sokak tarafından devam ettiğimizde Çerkezlerin evi gelirmiş. Ardından da Taksici Alaattin Yalçın Abi’nin evi geliyormuş. Arabasını yıkarken silme işi çocuklara düşermiş ki onlar için büyük zevkmiş. Alaattin Amcagil’in evinden sonra meşhur uzun yol şoförü Kont Necdet’in evi varmış. Onların yanında Kayserili Ruziye Teyze’nin iki katlı bahçeli evi bulunuyormuş. Sonra ırmağın tam köşesinde Muhterem Amcaoğlu’nun evi varmış. Irmağın kenarına doğru Berber Fahri Emmi’nin büyük evi bulunuyormuş ki bu ev ırmağın öbür tarafındaymış ve burası Sularbaşı Mahallesi’ne dâhilmiş. Irmağın üzerinde kamyon şasesine tahtalar monte edilerek yapılan üç tane köprü varmış. Belediyenin eski kamyonları emekliliklerini böyle geçiriyormuş. Biri ortaokulun tam dibinde, biri Yalçın Sineması’nın karşısında, biri de İtfaiye Garajı’nın şimdiki Sultan Oteli’nin yanındaymış. Afyon Sokağı’nın bulunduğu mahallenin adı Sarı Şeyh Mahallesi imiş.

1950’LER… SOKAĞIN NABZI HIZLANIYOR

1952 yılında Afyon Sokağı’nda çalışmaya başlayan Adnan Sümbüloğlu, sokağın o günlerini hatırlayanlardan biri. Ekrem Adar’ın, sokağın sonunda, sonradan Hikmet Işık Caddesi’nin geçtiği mıntıkada bulunan oto tamirhanesine, 11 yaşında çırak girmiş. Marshall Yardımı’yla memlekete gelen traktörlerin satışını, bakım ve tamirini yaparlarmış. Daha sonra bilumum oto tamiri yapmaya başlamışlar. Ustası Ekrem Adar, Tekirdağ’dan gelip Sivas’a yerleşmiş. “Mesleği el fehmiyle öğrenen bir ustaydı, bize de öyle öğretti. İstanbul görgüsü olan beyefendi bir adamdı” diyor. Halis Başaran ve Benzinci Hayri onu İstanbul’dan Sivas’a usta olarak getirmişler. Adnan Sümbüloğlu’ndan, 1950’lerdeki Afyon Sokağı’nda bizi ufak bir gezintiye çıkarmasını istedik. Şahin Gürlevük, Nusret Akça, Şekip Kadıoğlu, gibi sokağın kadim sakinlerinin anlattıklarını da katınca şöyle bir tablo beliriverdi:

“Atatürk Caddesi’nden sokağa girdiğimizi düşünelim. Hemen sağ tarafta şimdiki Halkbank’ın yerinde Şevket Çubukçu’nun Şifa Eczanesi, İmren Lokantası  ve üstünde İmren Oteli, yanında Esenler firmasının yazıhanesi bakkal ve bir kuyumcu dükkânı vardı.  Devamında Emiroğlu Pasajının girişi yanında Şark garajı ve Şark Oteli yer alıyordu. Şehirlerarası otobüsler 1960’lı yılların ortalarına kadar buradan kalkıyordu. Sonra Haraççılar Konağı geliyordu. Devamında iki Ermeni gümüşçü ustanın kuyumcu dükkânı vardı. Turan Çaycı da bir ara onlarla çalıştı, sonra ayrıldı. Yanında Zeki Dizdar’ın evi vardı, Ekrem Adar o evin alt katını tuttu, bazı teknik işleri de oraya taşıdı. Sokağın caddeye bakan sol köşesinde Belediye binasının duvarı, hemen yanında Cüzzam Savaş Derneği vardı. Evlenecek çiftler burada muayene olur ve “evlenebilir raporu” alırlardı. Sonra Çorapçı Oteli gelirdi. Otelin altına sonraki yıllarda Çerkez’in Çay Ocağı açıldı.  Orhan Ekenel’lerin acentesi vardı, bisiklet satarlardı. Devam edince Işık Kahvesi vardı, Işık Kahvesi ile Şehir Oteli’nin arasında Murdarırmak’ın bir bağlantısı vardı. Sağdan döndüğümüzde ayrı bir mahalleye giriyorduk, ırmak orada başıboş akardı. Sokaktan devam edince şapkacılar gelirdi, Ermeniydi bunlar genelde, kasket yaparlardı. Bir tane de Türk şapkacı vardı: Niyazi Usta (Kavut). Sağ taraftan gidelim: Berber, sebzeli kebap yapan Ethem Karaçanak’ın dükkânı, Suat Dinçer’in iki katlı evi sıralanırdı. Oradan da Nalbantlarbaşı’na bir bağlantı vardı, şimdi yine var. Hemen devamında Mehmet Limon vardı, yedek parçacıydı. Aynı yerde onun çok güzel iki katlı bir konağı vardı; kanatlı kapılı, yüksek taşlı… Onun yanında bisikletçi Hikmet Usta vardı. O da dışarılıydı, çok iyi bir ustaydı. Oradan devam edince Doğanlar vardı, onun devamında da, sonradan da gelse Abdullah Karagülle’nin konağı bulunuyordu. Yine sokağın değerli büyüklerinden Taksici Alaattin Yalçın’ın iki katlı evi vardı, yan tarafında da garajı vardı, taksiciliğe de oradan devam ediyordu. Zaten o zaman Sivas’ta üç tane taksici vardı: Pağaçlı Kaya’nın babası, Alaattin Yalçın ve Muharrem Abi. Bu üçünün de asıl işi gelin gezdirmeydi. Gelin taksiye biner, faytonlar arkasına dizilir; herkesin muradı, İstasyon Caddesi’nden bir geçip göbekten geri dönmekti. Sokağın sonunda Ekrem Adar’ın tamirhanesi vardı. Irmaktan önce son ev Muhasebeci Muhterem’in eviydi. Irmağın diğer yanında ise ortaokul bulunuyordu ve sokak orada bitiyordu…” Adnan Sümbüloğlu ve diğer tanıklar Afyon Sokağı’nın 50’li yıllarını böyle tasvir ediyor. Sokak o vakit kaldırımlı ve plaka plaka sal taşları ile döşeliymiş. Çarşının merkezinde olduğu için diğer sokaklara göre daha bakımlıymış. Ticaret yoğun, kiralar ve fiyatlar nisbeten yüksek olduğu için zengin kesim daha çok buraya alış verişe gelirmiş.

SOKAĞIN YÜZÜNDE USTANIN ELİNDEN ÇIKAN PATENLER

Şekip Kadıoğlu, Afyon Sokağı esnafının en çok tanınan, sevilen ve sayılan şahıslarından. 1949’da sokakta açtığı atölyesinde bilumum ev mobilyasını imal etmiş bir usta. Bir zamanlar Sivaslı aileler, evlerini onun tezgâhından çıkan mobilyalarla döşer, neredeyse her evde onun tasarladığı ve ürettiği dolaplar, masalar, sehpalardan bulunurdu. Şu an 94 yaşında olan Şekip Amca’yı evinde ziyaret ettik. Yüzündeki neşe, bakışlarındaki derinlik, konuşmasındaki ve davranışındaki nezaket yitip giden bir şehir görgüsünün son ışıltıları gibiydi. Afyon Sokağı’nın 1950’li yıllarını ona da sorduk. Çizdiği resim yukarıdakilerden çok farklı değil. Hatırlayabildiği kadarıyla sokağın bir haritasını çizdi fakat isimlerden ziyade yüzleri ve duyguları hatırladığı için onun sokak resmini kelimelerle çizmemiz pek mümkün olmayacak. Sokağın sağ tarafında bulunan atölyesinde yaptığı işleri ise tek tek sıralıyor. Mobilyanın haricinde seri halde kayak takımı ve paten imal etmiş. “Paten mi?” dedik. Şekip Amca anlatmaya koyuldu: “Tabiî. O vakitler Sivaslılar patene pek meraklıydı. Hele Cer Atölyesi’nde çalışanların bir kısmı işe patenle giderdi. Meydandan İstasyon’a doğru tatlı bir meyil vardır, oradan bırakırlardı kendilerini, Gar’a kadar süzülüp giderlerdi…” Sohbet ilerledikçe Sivaslıların o yıllarda kayağa da çok meraklı olduklarını öğreniyoruz. Şekip Kadıoğlu atölyesinde bol bol kayak takımı da yapar, satarmış. Ahşap plakaların bağlantısını sağlayan metal aksamı da Cer Atölyesi’nde döktürürmüş. Bir gün bir dostunun dükkânında çamaşır makinesi görmüş. İlk kez gördüğü makineyi o merakla alıp eve götürmüş. Tecrübe etmişler fakat tabanında tek bir pervane bulunan makineden pek memnun kalmamışlar. Şekip Amca kendi kendine ben bundan daha iyisini yaparım demiş ve çift pervaneli bir çamaşır makinesi yapmış. O makineyi evde yıllarca kullanmışlar. Göz tedavisi için gittiği Londra’da plastik poşet yapıştıran bir makine görmüş. Dikkatle tetkik etmiş. Sivas’a dönünce makinenin aynısını atölyesinde yapmış. “Onu kendime saklamadım piyasaya verdim, iyi de tutuldu” diyor.

Afyon Sokağı’nın uğrak yerlerinden biriymiş atölyesi. Şimdi hasretle hatırladığı dostları onu sık sık ziyaret edermiş. “Gelip giden ahbaplarınız kimlerdi?” diye sorduk, Orhan Eminkethüdaoğlu ve Ethem Tarıkahya kardeşlerin, Muhlis Nafiz Günay’ın ve Todor Usta’nın adını verdi. Sonraları cadde üzerinde açtığı mağazayı da onlar için açtığını söyledi. “Atölyede pek rahat edemiyorlardı” diye ilave etti.

60’LARDA HAREKET VE KARMAŞA ARTIYOR

Hareketini ve uyum kabiliyetini hiç kaybetmeyen Afyon Sokağı, 1960’lı yıllara gelindiğinde memlekette ve Sivas’ta yaşanan değişimin açık bir sahnesi olur. 1960’larda delikanlı demlerinde olan Halûk Çağdaş ve Sadettin Doğan’ın anlattığı Afyon Sokağı daha hareketli, karmaşık ve enerjik bir kent mekânı olur; yavaş yavaş meskenler azalırken bürolar, şubeler ve iş yerleri ağırlık kazanır. Sokağa eklenen yeni unsurlar ona politik bir atmosfer de katar. Binaların daha çok üst katlarında ve boşalan dükkânlarda siyasi parti temsilcilikleri, sağ ve sol derneklerin şubeleri yer almaya başladı, Boğaziçi Kahvehanesi, bilhassa Çerkez’in Kahvesi gibi mekânlar 1960’lı yıllarda Afyon Sokağı ve Sivas’ın meşhur buluşma ve sohbet mekânları oldu. Yine bu yıllarda Recep Ersin’in Sebat Fotoğrafhanesi, Selahattin Gümüş’ün matbaası, Manuk Güllüdere’nin gümüşçü dükkânı, keza Bogos ve Turan Çaycı ustaların müştereken işlettikleri gümüşçü, Sünnetçi Hilmi Güldeş’in sağlık kabini, Çimen Kıraathanesi, Terzi Artin ve Anto Balcı kardeşlerin terzihanesi, Hampar ve Minsa’ın terzihaneleri ve  “Avşar’ın Kulübü” olarak bilinen mekân, sokağın hareketine yeni boyutlar kattı. 60’ların ortalarına kadar sokağın arka cephesi Ziyabey Kütüphanesi’ne kadar bostanlarla doluydu. Ankara Garajı’nın arkasından itibaren kütüphaneye kadar tek tük evler vardı. Buralar Afyon Sokağı’nın hinterlandıydı.

ESKİ SOKAĞIN SONU

1970’lerden itibaren Afyon Sokağı Sivas’taki diğer sokakların sonraki yıllarda yaşayacağı büyük değişmeyi yaşamaya başlar, sokağın çehresi hızla değişir. Şark Garajı’nın taşınması ve belediyenin yeni binaya nakledilmesiyle, 60’ların sonuna doğru değişim başlamıştır zaten. Şehir Oteli, Şifa Eczanesi, İmren Lokantası gibi ana yapılar  art arda yıkılır ve yerlerine apartmanlar yapılır. Sanayi’nin açılmasıyla tamirhane ve atölyeler sokaktan ayrılır. Süleyman Çanka zamanındaki imar faaliyetinin en önemli hamlelerinden olan Hikmet Işık Caddesi ise Afyon Sokağı’nın kuzey kısmını kapatır ve sokağı oracıkta keser. Zamanla geniş bahçeler, binaların aralarındaki ve arkalarındaki boşluklar, sıralı evler ve dükkânlar birer birer yerlerini beton bloklara terk eder. Yaklaşık 20 yıldır açık kanalizasyona dönen Murdarırmak’ın kapatılıp yer altına alınmasıyla sokak bugünkü formunu kazanır. Bugünkü formun temel belirleyenleri sıkışıklık ve tekdüzelik. Eskiden her köşesinde farklı bir rengin ve hareketin olduğu sokak, artık boylu boyunca boşluksuz, tıknefes bir yapı bloğu ile çevrelenmiş vaziyette. Sokağın enerjisini düzenleyen ve besleyen ortak alanlar –sıralı otomobil parkına tahsis edilen kaldırımlar dâhil- neredeyse tamamen kaybedildi.

Bütün bu imarî ve mimarî çarpıklığa rağmen Afyon Sokağı dinamizmini sürdürüyor. Mağaza, dükkân, ofis, şube ve daire yoğunluğu içinde çarşının ritmi burada hissediliyor. Sivas’ta yaşayan, burada bir hayat kuran insanlar olarak yolumuz Afyon Sokağı’na sık sık düşüyor. Alış verişe, ufak tefek tamirata, randevulu ya da randevusuz görüşmeye, ufak bir işimizi halletmeye, bir tanıdığımızı görmeye gidiyoruz; daracık aralara sapıyoruz, caddeye çıkana kadar bir iki yere uğruyoruz. Yüz sene sonra hâlâ dönüp dolaşıp Afyon Sokağı’na geliyoruz.

Hayat Ağacı dergisi 24. Sayı, 2014

PAYLAŞ